allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez ayeti

Allahda onlara “O halde inkârcılığınızdan dolayı azabı çekiniz” der. 31- Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten mahvolmuşlardır. Sonunda Kıyamet günü ansızın gelip çatınca sırtlarında taşıdıkları günah yükü altında “Eyvah, dünyada kaçırdığımız fırsatlara!”derler. Sual Hayatta karşımıza çıkan güçlüklerle alâkalı, "Allah insana taşıyamayacağı yük yüklemez" demek uygun olur mu? Cevab: Olur. Âyet-i kerimenin manası böyledir. 7 Aralık 2016 Çarşamba Allah, kimseye taşıyamayacağı yük vermez, çapın büyük abim, derdinde büyük olacak elbette! Yeter ki, sen sen ol! Altından kalkamayacağın herhangi bir şey düşünemiyorum! Allah hepimize pişmanlıksız bir gelecek ihsan buyursun. - 30/05/2020 “Oku ve idraka çalış!” Can bula cananını, bayram o bayram ola - 24/05/2020 AhzapSuresi 34 ayette evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın daha sonra Ey peygamber kadınları Siz herhangi bir kadın değilsiniz deyip Ahzap 32 33 okumuştuk bu ayette ki hikmetten maksatın peygamberin sünnetleri olduğunu, peygamberin evinde ayet ve hikmet konuşulduğunu, sıradan bir ev olmadığını Yunus/ 44. Ayet. اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ. Allah, insanlara aslâ haksızlık etmez. Fakat insanlar kendi kendilerine haksızlık ederler. Meal Karşılaştır Sûreye git Tefsiri. Yunus / 47. Ayet. musik tradisional yang menggunakan lirik bernuansa islami. İniş Sırasına Göre KAF SURESİ İniş Sırası 34 • Mushaf Sırası 50 • Mekki Sure • 45 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 19. Gerçekten ölüm sarhoşluğu gelir; “İşte kendisinden kaçtığın şey budur!” denilir. 20. Sûr’a üfürülmüştür. İşte bu vadolunan/tehdit günüdür! 21. Her kişi yanında bir cehennem sürücüsü ve bir tanık ile gelmiştir. 22. “Ant olsun, sen bundan habersizdin, şimdi senden perdeni açıp kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir.” 23. Yanındaki yoldaşı melek der ki “İşte bu yanımdaki yaptıklarıyla hazırdır”. 24. Allah tarafından denir ki “Haydi siz ikiniz sürücü ve tanık; İnatçı nankörlerin her birini cehenneme atın!’ 25. Hayra engel olan saldırgan her şüpheciyi. 26. O, Allah ile beraber başka bir ilâh edinmişti. Artık onu şiddetli azabın içine atın.” 27. Arkadaşı şeytan dedi ki “Rabbimiz, onu ben azdırmadım; fakat kendisi uzak bir sapıklık içinde idi.” 28. Buyurdu ki “Huzurumda çekişmeyin. Ben, size önceden uyarı göndermiştim. 29. Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, asla kullara zulmeden değilim.” ARAF SURESİ İniş Sırası 39 • Mushaf Sırası 7 • Mekki Sure • 206 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 159. Musa'nın kavminden bir topluluk vardı ki, gerçekle ayetler+akıl+bilim+faydalı iş ile doğru yolu gösterirler ve onunla, adaletle hareket ederlerdi. 160. Onları, on iki kabile halinde topluluklara ayırdık. Halkı kendisinden su isteyince Musa’ya “Asanla taşa vur” diye vahyettik. Hemen ondan o taştan on iki göze fışkırdı, her kabile içeceği yeri bildi. Bulutu üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” Onlar Bize zulmetmediler, aksine kendilerine zulmetmekte idiler. 161. Hani onlara “Şu kentte oturun ve ondan dilediğinizi yiyin. Ve affet/bağışla!’ deyin. Secde/itaat edici olarak kentin kapısından girin ki, böylece hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ise daha da artıracağız” denilmişti. 162. İçlerinden yanlış davranış gösterenler, söylenenin tersini yaptılar. Yanlış davranmalarına karşılık biz de onlara, üstlerinden bir sıkıntı verdik. YASİN SURESİ İniş Sırası 41 • Mushaf Sırası 36 • Mekki Sure • 83 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 51. Sur’a üflenmiştir; bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkmış, Rablerine doğru dalga dalga süzülüp koşuyorlar. 52. Dediler ki “Yazıklar olsun bize! Yattığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı? Rahmân’ın vadettiği şey işte budur! Demek ki elçiler gerçekten doğru söylemişler.” 53. Yalnızca tek bir çığlık olur; artık onların hepsi huzurumuzda hazır bulunurlar. 54. Artık bugün hiç kimseye hiçbir şekilde zulmedilmez. Siz ancak yapmış olduğunuz şeylerin karşılığını bulursunuz. ŞUARA SURESİ İniş Sırası 47 • Mushaf Sırası 26 • Mekki Sure • 227 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 200. İşte, suçluların kalpleri böyledir! 201. Acı azabı görmedikçe ona inanmıyorlar. 202. Azap onlara ansızın gelir de onlar farkında bile olmazlar! 203. Derler ki “Acaba biz mühlet verilenlerden olur muyuz?” 204. Hâlâ Bizim azabımızı acele mi istiyorlar? 205. Gördün değil mi? Onları Biz yıllarca yaşatsak da, 206. sonra tehdit ediliyor oldukları şey kendilerine gelse, 207. yine de nimetlerle yaşatılmaları onlara hiç fayda vermez! 208. Biz uyarıcıları olmayan hiçbir ülkeyi helâk etmedik! 209. O Kur’an bir uyarı[cı]dır ve Biz zulmetmiş değiliz KASAS SURESİ İniş Sırası 49 • Mushaf Sırası 28 • Mekki Sure • 88 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 56. Gerçek şu ki; sen sevdiğin kişiyi doğru yola iletemezsin, yalnız Allah’tır yola gelmek isteyen kimseyi doğru yola ileten! Zaten O doğru yola layık olanları da en iyi bilendir. 57. Dediler ki “Eğer seninle beraber doğru yola gelir/uyar isek, yurdumuzdan atılırız.” Oysa Biz, onları güvenli bir bölgeye yerleştirmedik mi? Her çeşit ürünün kendisine toplanıp getirildiği, yarattığımız birçok rızık da verdik. Fakat onların birçoğu bilmiyor. 58. Ve halkı refah içinde şımarmış olan, nice şehirleri yıkıma uğrattık. İşte onların meskenleri! Onlardan sonra oralarda az bir süre oturulabilmiştir. Onlara vâris olanlar Biziz. 59. Senin Rabbin; ülkelerin ana yerleşim merkezlerine, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe, ülkeleri helak edici değildir! Ve Biz, halkı zalim kişiler olmadıkça, ülkeleri helâk edici değiliz! 60. Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah’ın katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akletmiyor musunuz? İSRA SURESİ İniş Sırası 50 • Mushaf Sırası 17 • Mekki Sure • 111 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 71. O gün, insanların tümünü liderleri/önderleri ile çağırırız. Kimlerin kitabı sağından verilirse işte onlar kitaplarını okurlar ve en ufak bir zulme/haksızlığa uğratılmazlar. 72. Kim bu dünyada aklı ile gerçekleri görmeyen bir kör ise, ahirette de kördür. Ve yolca daha da şaşkındır/sapıktır. YUNUS SURESİ İniş Sırası 51 • Mushaf Sırası 10 • Mekki Sure • 109 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 13. Ve gerçek şu ki; sizden önce zulmettikleri için, nice nesilleri helâk etmişizdir; çünkü elçileri onlara apaçık belgeler getirdikleri halde, onlar yine de elçileri/açık delilleri/gerçekleri reddettiler! İşte suçlu toplumu böyle cezalandırırız! 14. Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler önceki nesillerin ardından onların yerine geçen insanlar kıldık. Nasıl işler yaptığınız ortaya çıksın, yaptıklarınızın karşılığı verilsin diye! 41. Eğer seni yalanlıyorlarsa, de ki “Sizin yaptığınız size, benim yaptığım bana. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” 42. İçlerinden, sana kulak verip dinleyen kimseler vardır. Ama sen mi anlamak için dinlemeyenlere duyuracaksın? Üstelik, onlar akıllarını kullanmıyorlarsa! 43. İçlerinden, sana bakan kimseler de vardır. Körleri görüp düşünmeyenleri doğru yola götürecek sen misin? Üstelik, basiretleriyle de görmüyorlarsa! 44. Kesinlikle Allah hiçbir şeyle insanlara zulmetmez! Ancak insanlar, kendi kendilerine zulmediyorlar. 47. Her toplumun bir rasûlü vardır. Rasûlleri geldiği zaman aralarında adaletle hüküm verilir. Ve onlara hiç zulmedilmez. FUSSİLET SURESİ İniş Sırası 61 • Mushaf Sırası 41 • Mekki Sure • 54 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 46. Kim yararlı bir iş yaparsa, faydası kendisinedir. Kim de kötülük işlerse, kendi aleyhinedir/zararı kendisinedir. Rabbin, asla kullara zulmedici değildir. HUD SURESİ İniş Sırası 52 • Mushaf Sırası 11 • Mekki Sure • 123 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 96. Ant olsun, Musa’yı da ayetlerimizle ve apaçık bir delil ile gönderdik. 97. Firavun’a ve ileri gelen adamlarına... Ancak onlar, Firavun’un emrine uydular. Firavun’un emri ise doğruya götürücü değildi. 98. Kıyamet günü kavminin önünde gider... İşte onları ateşe götürdü. Varılan yer ne kötü bir yerdir! 99. Bu dünyada peşlerine bir lânet/mutsuzluk takılmıştır. Ve kıyamet gününde de... Verilen bu ceza, ne kötü bir cezadır. 100. İşte bu sana anlattıklarımız, o şehirlerin haberlerindendir. Onlardan kimi hâlâ ayaktadır, kimi de biçilmiş ekin gibidir! 101. Onlara biz yanlış yapmadık ama onlar yanlışı kendilerine yaptılar. Rabbinin emri gelince, Allah ile kendi aralarına koyarak yardım istedikleri ilahları hiçbir işe yaramadı. Onların katkıları, sadece çaresizliklerini artırmak oldu. 102. Rabbinin yakalaması işte böyledir; zulmeden kentleri kentteki insanları yakaladığı zaman! Şüphesiz O’nun yakalaması; çok can yakıcıdır, çok şiddetlidir. 103. Elbette bunda bir ibret/ders vardır; ahiret azabından korkanlar için. İşte o gün, bütün insanların toplandığı bir gündür! Ve işte o gün, görülmeye değer bir gündür! 104. Ancak Biz onu, bir süreye kadar erteliyoruz. EN’AM SURESİ İniş Sırası 55 • Mushaf Sırası 6 • Mekki Sure • 165 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 130. “Ey cin ve insan topluluğu! Size içinizden ayetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair, sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Dünya hayatında aldandılar. Ve kendilerinin inkârcılar olduklarına, kendileri aleyhinde şahitlik ettiler. 131. Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halk gerçeklerden habersiz iken, ülkeleri zulmederek helak edici değildir. 132. Her birinin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Rabbin, onların yaptıklarından habersiz değildir! 133. Rabbinin kimseye ihtiyacı yoktur, ikram sahibidir. Düzenine uygun görürse sizi giderir ve arkanızdan düzenine uygun olanı yerinize geçirir. Tıpkı sizi, başka bir topluluğun soyundan oluşturduğu gibi yapar. 134. Size söz verilen muhakkak gelecektir. Siz kesinlikle Allah’ı güçsüz bırakamazsınız! 135. De ki “Ey halkım! Bütün imkanlarınızla yapacağınızı yapın, şüphesiz ben de yapıyorum; yakında bileceksiniz dünya yurdunun sonu kime aitmiş! Gerçekten zalimler huzur bulamazlar.” MÜMİN SURESİ İniş Sırası 60 • Mushaf Sırası 40 • Mekki Sure • 85 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 28. Firavun ailesinden, imanını gizleyen mümin bir adam, dedi ki “Siz bir adamı; Rabbim Allah’tır’ demesinden ötürü, öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık deliller getirmiştir. Eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. doğru söyleyen ise, size vadettiklerinden bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah; aşırı giden, yalancı kişiyi doğru yola iletmez rasûl seçmez. 29. Ey kavmim! Bugün mülkün idaresi bu beldenin yönetimi sizindir, yeryüzünde zahiren/görünen o ki, üstünsünüz! Fakat, Allah’ın verdiği belâya karşı bize kim yardım eder, eğer o belâ bize gelirse?” Firavun dedi ki “Size, doğru gördüğümden başkasını göstermiyorum, sizi doğru yoldan başkasına da götürmüyorum.” 30. Bunun üzerine inanan adam şöyle devam etti “Ey kavmim! Şüphesiz ben, önceki toplumların günü gibi bir günün, üzerinize gelmesinden korkuyorum. 31. Nuh, Âd ve Semud kavminin durumu gibi! Ve yine onlardan sonra gelen kimselerin durumu gibi! Allah kullar için zulüm istemez/zulmedici değildir! 32. Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin için o feryat gününden korkuyorum; 33. O gün, arkanızı dönerek kaçarsınız. Sizi, Allah’tan kurtaracak kimse yoktur! Allah kimi yanlış hayat tarzını seçenleri sapıklığında bırakırsa; artık onun için bir yol gösterici yoktur! FUSSİLET SURESİ İniş Sırası 61 • Mushaf Sırası 41 • Mekki Sure • 54 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 46. Kim yararlı bir iş yaparsa, faydası kendisinedir. Kim de kötülük işlerse, kendi aleyhinedir/zararı kendisinedir. Rabbin, asla kullara zulmedici değildir ZUHRUF SURESİ İniş Sırası 63 • Mushaf Sırası 43 • Mekki Sure • 89 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 74. Şüphesiz suçlular cehennem azabı içinde sonsuz kalıcıdırlar. 75. Onlardan hiç kesintiye uğramayacaktır ve onlar orada ümitsizdirler! 76. Biz onlara zulmetmedik, fakat kendilerine zulmediyorlardı. 77. Kâfirler şöyle seslendiler “Ey Malik! Ey cehennem görevlisi, söyle de Rabbin, bizim işimizi bitirsin/hakkımızda hükmünü acele versin.” O görevli dedi ki “Şüphesiz siz sonsuza dek kalıcısınız.” 78. Siz ey günahkârlar! Ant olsun, Biz size gerçeği getirdik, fakat pek çoğunuz gerçekten/gerçek olandan hoşlanmıyor. 79. Yoksa bir iş mi kararlaştırdılar? Şüphesiz, Biz de kararlılarız! 80. Yoksa sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Aksine işitiriz. Yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. CASİYE SURESİ İniş Sırası 65 • Mushaf Sırası 45 • Mekki Sure • 37 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 22. Allah gökleri ve yeri bir hesap ile yarattı. Ta ki, herkes kazandığıyla karşılık görsün! Onlara zulmedilmez. KEHF SURESİ İniş Sırası 69 • Mushaf Sırası 18 • Mekki Sure • 110 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 47. O gün dağları yürütürüz ve yeryüzünü dümdüz olmuş/çırılçıplak görürsün. Onların hepsini toplamışızdır, içlerinden hiçbirini geride bırakmamışızdır. 48. Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna sunulmuşlardır. Ant olsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize geldiniz. Oysa siz, sizin için; belli bir hesap zamanı tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız. 49. Kitap ortaya konulmuştur. Artık suçluları onun içindekilerden dolayı, korkar bir durumda görürsün. Derler ki “Eyvahlar bize! Bu kitaba ne oluyor böyle? Küçük-büyük hiçbir şeyi bırakmıyor, her şeyi toplamış sayıp döküyor!” Yaptıkları şeyleri hazır olarak bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez!.. NAHL SURESİ İniş Sırası 70 • Mushaf Sırası 16 • Mekki Sure • 128 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 33. Gerçeği inkâr edenler ille de kendilerine meleklerin veya Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan önceki kimseler de işte böyle yapmışlardı! Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. 34. Nihayet yaptıklarının kötülükleri kendilerine isabet etti. Alay ettikleri şey onları kuşatıverdi. 118. Sana anlattıklarımızı bundan önce, Yahudi olan kimselere de haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı. ENBİYA SURESİ İniş Sırası 73 • Mushaf Sırası 21 • Mekki Sure • 112 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 11. OYSA Biz, halkı zulmeden nice kentleri kırıp geçirdik! Onlardan sonra da, diğerlerini başka bir topluluk olarak inşa etmişizdir. 12. Azabımızı hissettikleri zaman, hemen oradan hızlıca kaçışıyorlardı! 13. ”Boşuna kaçmayın! İçinde şımartıldığınız lüks hayata ve evlerinize dönün! Çünkü sorgulanacaksınız.” 14. Dediler ki “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz zulmedenlerdendik.” 15. Bu homurdanışları sürüp giderken, Biz onları biçilmiş ekin gibi yaptık, sönüp gittiler. MÜMİNUN SURESİ İniş Sırası 74 • Mushaf Sırası 23 • Mekki Sure • 118 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 62. Biz hiçkimseye kapasitesi/gücü dışında bir şey teklif etmeyiz! Ve katımızda, herkesin gerçeğini söyleyen/açıklayan bir kitap vardır ve onlara zulmedilmez. RUM SURESİ İniş Sırası 84 • Mushaf Sırası 30 • Mekki Sure • 60 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 9. Onlar yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı? Kendilerinden önceki kimselerin sonu, nasıl olmuştur? Onlar kuvvet olarak kendilerinden daha şiddetli idiler. Toprağı kazıp işlemişler/alt üst etmişler, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri onlara, açık delillerle gelmişlerdi. Demek ki Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. 10. Sonra o kötülük edenlerin sonu çok fena oldu. Çünkü Allah’ın ayetlerini yalanladılar ve onlarla alay ediyorlardı. Pera Antik Kenti, Ürdün 2500 yıl önce yaşayan Nebatiler'in başkentiydi. Allah bu gibi kalıntılara bakarak ders almamızı istiyor. Allah'ın rasüllerini yalanlayanlar yok olup gitmişler. Kur'an indikten sonra artık beklenen hesap günüdür. Allah'ın dinini, peygamberlerini, Kitaplarını yalanlayanların hesabı O Gün görülecek. ANKEBUT SURESİ İniş Sırası 85 • Mushaf Sırası 29 • Mekki Sure • 69 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 36. Ve Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Dedi ki “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin ve ahiret gününü umun! Bozgunculuk ederek yeryüzünde terör yapmayın.” 37. Onu yalanladılar. Hemen onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı da, yurtlarında diz üstü çöküp kalanlar oldular. 38. Ve ÂD ve Semud’u da! Bu size onlardan kalan harabelerden belli olmaktadır! Şeytan onlara yaptıkları işleri süslü gösterdi. Onlar doğru yoldan saptılar. Oysa gerçeği düşünebilecek aklı olan kimseler idiler! 39. Karun’u, Firavun’u ve Hâman’ı da! Ant olsun, Musa onlara apaçık delillerle geldi. Ama onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar. Ancak geçip gidecek değillerdi! 40. Nihayet her birini günahıyla yakaladık. Kiminin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini de korkunç ses yakaladı. Kimini yere batırdık, kimini de boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Medeni Sureler ENFAL SURESİ İniş Sırası 88 • Mushaf Sırası 8 • Medeni Sure • 75 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 50. Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına/sırtlarına vura vura “Haydi tadın yangın azabını” diyerek canlarını aldığında, bir görseydin! 51. Ey saldırgan kâfirler! Bu, sizin ellerinizin önceden yaptığının karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmedici değildir. 52. Bunların durumu tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr etmişler, Allah da kendilerini günahları sebebiyle hemen yakalamıştı. Şüphesiz Allah; kuvvetlidir, azabı çetin olandır. 53. Bunun sebebi şudur Bir toplum kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez. Şüphesiz Allah; hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 54. Bunların durumu tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar Rablerinin ayetlerini yalanlamışlar, Biz de onları günahları sebebiyle helak etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi. AL-İ İMRAN SURESİ İniş Sırası 89 • Mushaf Sırası 3 • Medeni Sure • 200 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 116. İnkâr edenlerin ne malları ne evlatları, onlara Allah’a karşı bir yarar sağlar. İşte onlar cehennemliktirler. Onlar orada ebedi/sürekli/sonsuz kalacaklardır. 117. Onların, bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu; kendilerine zulmeden bir topluluğun, ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar. 181. Allah “Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazıyoruz ve “Tadın yangın azabını!” diyeceğiz. 182. “Bu kendi ellerinizle yapıp gönderdiklerinizin karşılığıdır.” Allah kullara asla zulmedici değildir. NİSA SURESİ İniş Sırası 92 • Mushaf Sırası 4 • Medeni Sure • 176 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 36. Allah’a kul olun ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. 37. Bunlar kibirlenen ve övünenler cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. 38. Bunlar mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa o ne kötü arkadaştır. 39. Bunlar Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın yarattığı rızıktan gösterişsiz olarak harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah onları en iyi bilendir. 40. Şüphesiz Allah hiç kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan çok küçük bir iyilik de olsa, onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir ödül verir. 48. Allah, kendisine ortak koşulmasını şirki bağışlamaz. Bunun altında olanları, gerekeni yapan kişi için bağışlar[*]. Kim Allah'a ortak koşarsa, O’na büyük bir iftirada bulunmuş olur. [*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Müfredât. Bir şeyi insanın var etmesi için çalışması gerekir. Şirkten uzak kalan ve büyük günahlardan kaçınan Nisa 4/31, Necm 53/31-32 veya günah işledikten sonra tevbe edip kendilerini düzeltenler Furkan 25/68-71 ile sevapları günahlarından fazla olanlar doğrudan cennete gider, cehennemin hışırtısını bile duymazlar. Enbiya 21/101-102 Günahları sevaplarından fazla olanlar da cehenneme giderler. Araf 7/9, Meryem 19/71-72, Meryem 19/86-87, Müminun 23/103-104, el-Karia 101/8-11 Bunlar, cezalarını çektikten sonra cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilirler. Tûr 52/21 49. Kendi kendilerini temize çıkaranları görmez misin? Hayır! Allah, gerekeni yapan kişiyi temize çıkarır. Onlara kıl kadar haksızlık yapılmaz. 50. Baksana, kendi yalanlarını nasıl da Allah'a mal ediyorlar! Açık bir günah olarak bu onlara yeter. 97. Melekler, yanlışlar içindeyken canlarını aldıkları kimselere "Ne haldeydiniz?" diye soracaklar, onlar "Biz dünyada güçsüz hale getirildik" diyecekler, Melekler de "Allah'ın toprağı yeterince geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!" diyeceklerdir. Onların varıp kalacakları yer cehennemdir. Ne kötü yere düşmedir o[ 98. Güçsüz hale getirilmiş, çaresiz kalmış ve bir çıkış yolu bulamamış erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadır. 99. Allah'ın işte bunları affetmesi beklenir. Allah, çok affeder, çok bağışlar. 100. Kim Allah yolunda hicret göç ederse, yeryüzünde gidecek yer ve bir genişlik bulur. Kim Allah'ın ve Elçisi’nin yolunda hicret için evinden çıkar sonra ölürse onun ödülü Allah’a ait olur. Çünkü Allah bağışlar, ikramı boldur. HAC SURESİ İniş Sırası 103 • Mushaf Sırası 22 • Medeni Sure • 78 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 8. İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah hakkında tartışır; ne bir ilmi, ne bir yol göstericisi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan!.. 9. Kibirlenerek insanları Allah’ın yolundan saptırmaya çalışır. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız. 10. Ona ey insan; “İşte bu, kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah kesinlikle kullara zulmedici değildir” denir. TEVBE SURESİ İniş Sırası 113 • Mushaf Sırası 9 • Medeni Sure • 129 Ayettir Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. 69. Ey münafıklar! Siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi, siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi siz de daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. 70. Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim’in kavminin, Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Rasûlleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. İnsan, gücünün yettiği amelleri işleyip, Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dileğinde bulunmalıdır. Hemen isyan havasına Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah sizi o yüzden hesaba çeker ve neticede dilediğini bağışlar, dilediğine de azâb eder. Allah, her şeye gücü yetendir.” Bakara sûresi, 284 anlamındaki âyet nazil olunca, bu durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbına ağır geldi. Bunun üzerine sahâbe, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek dizleri üzerine çöküp şöyle dediler - Ey Allah’ın Resûlü! Biz, namaz, cihad, oruç ve sadaka gibi gücümüz yeten amellerle mükellef kılınmıştık. Oysa şimdi sana, gönlümüze gelen ve kalbimizden geçen şeylerden de hesaba çekileceğimize dair bu âyet nazil oldu; buna güç yetiremiyoruz. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Sizden önce kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hristiyanların dediği gibi, işittik ve isyan ettik demek mi istiyorsunuz? Bilâkis siz, işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Bizi mağfiret eyle, bizi bağışla, nihayet dönüş sadece sanadır, deyiniz.” Sahâbîler bu sözleri okuyup, dilleri de ona güzelce alışınca, Allah Teâla peşinden şu âyeti indirdi “Resûl, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine inandılar. Peygamberleri arasında hiç bir ayrım yapmayız, dediler. İşittik ve itaat ettik bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, dönüş de ancak sanadır dediler.” Bakara sûresi, 285 Ashâb inen âyetin gereğini yapıp, bu sözü söylemeye alışınca, Allah Teâlâ daha önceki âyetin hükmünü neshetti, şu âyeti indirdi “Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorguya çekme!” Allah Teâlâ “Evet” buyurdu. “Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize ağır yük yükleme.” Allah Teâlâ “Evet” buyurdu. “Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri de bize taşıtma. Bizi bağışla, kusurlarımızı yok say, bize acı. Sen mevlâmızsın, o kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et.” Bakara sûresi, 286 Allah Teâlâ “Evet” buyurdu. Müslim, Îmân 199 Neredeyse tamamı âyetlerden oluşan bu rivayet, sahâbe-i kirâmın, nâzil olan Kur’an sûre ve âyetlerini öğrenme, anlama ve uygulamada ne kadar dikkatli ve hassas davrandıklarını bize açıklamaktadır. Sahâbenin, problemlerin çözümünde başvurdukları merciin Resûl-i Ekrem olduğunu da bu vesileyle bir kere daha görmüş anlamadıkları veya inen Kur’an âyetlerinde kapalı olan hususları kendi anladıkları kadarıyla veya anladıkları şekilde anlatma ya da uygulama yoluna gitmiyor, bilakis Hz. Peygamber’den sorup öğreniyorlardı. Böylece bilgi ve uygulama birliği sağlanmış oluyordu. Bunun sağlanmasında Peygamberimiz’in sünneti ve hadisleri en önemli rolü oynamaktadır. ALLAH HİÇ KİMSEYE GÜCÜNÜN ÜSTÜNDE BİR ŞEY TEKLİF ETMEZ Sahâbeye, âyet-i kerîmenin şiddetli gelmesi ve korkularının sebebi, gönüllerinden geçirdikleri şeylerden dolayı hesaba çekileceklerini zannetmeleri, bunlardan korunmaları gerektiği kanaatine sahip olmalarıydı. Çünkü böyle bir teklif, insanın güç yetiremeyeceği bir şeydi. Gönülden geçen duyguları defetmek, kişinin elinde değildir. Onun için “Biz buna güç yetiremeyiz” demişlerdi. Hz. Peygamber’e bu durumu arz eden ashâb arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman ibn Avf, Muaz ibni Cebel gibi önde gelen sahâbîler vardı. Onlar bu teklifi, dindeki ifade tarzıyla “teklîf-i mâlâ yutâk” yani gereğinin yerine getirilmesi imkânsız bir teklif olarak görmüşlerdi. Peygamber Efendimiz, onların bu karşı çıkış tavrını, yahudi ve hıristiyanların tavrına benzeterek uygun bulmamış, nasıl davranmaları ve ne demeleri gerektiğini kendilerine öğretmiştir. Hadisin konumuz ile ilgili yanı da işte burasıdır. Sahâbe de Allah Resûlü’nün bu tavsiyesine uymuşlardır. Neticede Allah Teâlâ, önceki âyetini nesheden “Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez...” âyetini indirmiş, ashâbı rahat ve huzura kavuşturmuştur. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1. Allah Teâlâ, İslâm ümmetine şeriatı hafifletmiş, ancak güçlerinin yeteceği kadar yük yüklemiştir. 2. İnsan, gücünün yettiği amelleri işleyip, Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dileğinde bulunmalıdır. Hemen isyan havasına girmemelidir. 3. Allah Teâlâ, insanlara kendisine nasıl dua edeceklerini ve Allah’tan nasıl isteyeceklerini öğretmiştir. Kaynak Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları İslam ve İhsan Merhaba kaynatasız. Allah'a inanmasa intihar edecek olan birinin yazdıklarını okuyacaksın. Bu bir şikâyet yazısı. Kendimden şikayet yazısı. 1 aydır babamı yeniden görmeye başladım rüyalarımda. Sebebi çok basit, onun gibi güvenilecek birini arıyorum. Bunun bünyemdeki yoksunluğu o kadar arttı ki, uyanıkken geçirdiğim krizlere ve çektiğim sancılara, bir de uykudayken gördüğüm rüyalar eklendi. Yapamıyorum çünkü, çok güçsüzüm artık. Evet ben ne biçim erkeğim di mi, bunu kendim de diyorum kendime ama durum bu. Yapamıyorum. Olmuyo. Benim meselem baba özlemi değil, çocukluğumdan beri alıştığım bir şeyin yoksunluğu. Yoksa bu kırılganlığıma babamı mazeret etme niyetinde değilim. Bak hacı bu babam olacak orospu çocuğu Porsche gibi bir şeydi. Porsche çok değerlidir ve ona sahip olmak çok az kişiye nasip olur ya hani, ha işte öyle. Ben hayata gözlerimi bu pezevenkle açtım. İnsanın kendini bilmeye başladığı dönem genellikle 4-5 yaşlarıdır, zaten öncesini de hatırlamayız genellikle. İşte kendimi bilmeye başladığımdan beri bu orospu çocuğu bana öyle bir güven duygusu verdi ki, ben hayatın tek başına yaşanan bir şey olduğunu anlamadım. Bana yalnızlığı zerre kadar göstermedi bu adam. Yalnızlık nedir bunu zerre kadar öğretmedi, hissettirmedi. Satılmak nedir, yarı yolda bırakılmak nedir, insanların sana güvenmemesi nedir, bunları hiç bilmedim. Bunlar bana sadece rüyada ve filmlerde olan çok sıradışı olaylarmış gibi geldi. İşte bu orospu çocuğunun bana hiç öğretmediği tüm bu şeylerin aslında hayatın rutini olduğunu eşek kadar adam olduktan sonra öğrenmek zorunda kaldım. Ve bu saatten sonra yapamıyorum. Ağır geliyor. Her rutinin üstünde şok etkisi yarattığını düşün. Beynim sikiliyor. Yumurtayı suyun içinde ağır ağır haşlamaya başlarsan hiçbir sorun olmaz, ama önce suyu kaynatır, sonra da buzdolabından çıkardığın yumurtayı lönk diye o kaynar suya atıp haşlamaya kalkarsan, o yumurtanın çatlama ihtimali artar. Ha işte, çatlıyorum ananı sikeyim çatlıyorum yeter. Sürekli buzdolabından kaynar sulara atılıyorum. Etrafa su sıçratan musluğu tamir etmek yerine musluğun ağzına kesik hortum parçası takan dede misali, ben de kendimi tamir etmek yerine kendimi idare ettirebileceğim çözümler geliştirmeye başladım. Babamı başka insanların yerine koyarak onları idealize ettim. Birçok insanı o zannettim. Ona güvendiğim gibi güvendim. Olmadı. Hayatındaki insanlara bu kadar anlam yüklersen sıçarsın, zira o yüklediğin anlamın ağırlığını kaldıracak hiçbir insan yok hayatta. Bir de birinci dereceden akrabayla kurulan o bağ, başkalarıyla kurulmuyor. Bunun imkânı yok. İmkânı yok zira hayatımıza giren insanlarla onlardan bir çıkar sağlamak için ilişki kurarız, bu yakın akraba ilişkisindeki ilişkiden çok farklı ve onun saflığının yanında çok şerefsizce bir durum. Bak mesela geçen gece içmişim, eve yürüyorum. Karşı kaldırımdan bir travesti seslendi, "Yakışıklı bir sigara da bana versene" dedi. Gel abla gel dedim, geldi yanıma yaktım verdim sigarasını. "Allah seni sevdiğine bağışlasın" dedi. "Abla, Allah çok büyük di mi?" dedim. "Evet canım, öyle" dedi. Bende de alkolün etkisiyle fazla bir insan sevgisi, fazla bir iyimserlik vardı, "Gel sana bir sarılayım ya" dedim. Sarıldık bunla, sonra ben ellerimi muhtar gibi arkada birleştirip evin yolunu tuttum. 5-10 saniye sonra arkamdan gelip omzuma dokundu bu, "Gel istersen şurada konuşalım" dedi. "Yok abla, benim o taraklarda bezim yok" dedim, bu da "he afedersin" deyip gitti sonra. Amına kodumun karısına bak sen hele, ben ne dünyadayım, o hâlâ rızkının peşinde. Hâlâ beni sikmeye çalışıyo. İnsan ilişkilerim işte babamdan sonra aynen bu şekilde yürüyo. Yolda karşılaştığım travestisinden tut, hayatıma en fazla soktuğum insana kadar olan şey hep bu oldu. Ben ondan güven bekliyorum, yani kendi çıkarımın peşindeyim, karşımdaki de yine kendince benden faydalanmayı bekliyor, yani o da şahsi çıkarının peşinde. Ben o güveni bulamazsam karşımdakine de fayda sağlayamıyorum ve karşımdakinin amacı da benden faydalanmak olduğu için o güveni hissetmem imkânsız oluyor. Kısır döngüsünü siktiğimin çıkar çatışması içinde kendime bir baba bulamıyorum yani. İmkansız çünkü. Burada suçladığım travesti veya hayatımdaki insanlar değil, bizzat kendimim. Çünkü yanlış bir iskeletin üstüne bir şeyler inşa etmeye çalışıyorum. Hâlâ hayatımın merkezine başka insanları koyarak ayakta durmaya çalışıyorum. Oysa benim tek kurtuluşum, hayatımın merkezine Allah'ı koymak. Bunu ara ara yapabiliyordum ama artık hiç yapamıyorum. Çünkü hiç gücüm kalmadı. Hem de hiç kalmadı be hacı. Ve bir insanın ne olduğu zor dönemlerinde ortaya çıkıyorsa, ben galiba yavaş yavaş kaybediyorum sınavı. Gidişat iyi değil. 25 yaşına geldim. Çok büyük bir yaş değil ama böyle çocuk olmak için çok büyük bir yaş. Ben hala babamı arıyorum. Arıyorum çünkü tadını biliyorum. Yoksunluğunu çok hissediyorum artık. Hiçbiriniz durduk yere eroin aramazsınız, eroini ancak müptelası, yani tadını önceden almış olan arar. İşte bu sebeple sahip olup da kaybetmek, hiç sahip olmamaktan çok daha ağırdır. Geçen gün yürürken yavru bir köpek takıldı peşime. Pıtır pıtır yürüyordu piç kurusu arkamdan. Baktım yanda benzinci var, içeride ofis gibi bir yerde iki adam oturmuş konuşuyor. Girdim oraya, "Abi" dedim, "Kusura bakmayın ben köpekten korkarım da, şu az ileride bir köpek var o gidene kadar burada bekleyebilir miyim?". Böyle bir 2-3 saniyelik sessizlikten sonra "Tabi canım tabi, geç otur sen, hani nerede köpek?" dedi adam. "Az ötede ya gider şimdi, kusura bakmayın sizin de muhabbetinizi böldüm" dedim. "Olur mu canım insanlık hali" dedi adam. Bir şey diyeyim mi hacı, köpekten korkmadım. Sırf o ofiste konuşan adamlardan şu şefkati görmek için yaptım bunu. O an öyle ihtiyacım vardı ki buna. O Şimdi Asker filminde alkol bulamayıp kolonyayı kafaya diken Mehmet Günsür hesabı, böylesi saçma bir şekilde de olsa şefkat görmeye ihtiyacım vardı. Anlıyor musun amına koduğum, ölüyorum diyorum sana. Yapamıyorum. Ben çok garipsiyorum olum hayatı. Her şeyin bu kadar büyük güvensizlik üstüne kurulu olması bana normal gelmiyor. Hayatımız çok yapay ve bu hayatı dışarıdayken normal karşılıyormuş rolü yapıyoruz ya, bu daha da garip geliyor. Bak geçen yaz ara sıra sokakta uyudum. Dur hatta ben belgelerle konuşurum amına koyim. Şimdi diyeceksin ki neden dışarıda uyuyorsun, çünkü psikopatım, çünkü derdim var, sanane orospu çocuğu. Neyse uyumadan evvel genellikle etrafı seyrettim. Yanımdan geçen insanlara baktım. Hani normalde insanlar bakarlar ama göremezler ya, işte bu sefer herkes benim orada olduğumu görüyordu ama kimse bakmıyordu. Benim orada olmamı istemiyorlardı. Rahatsızlık veriyordum. Güvensizlik veriyordum. O esnada en istemedikleri şey benimle göz göze gelmekti. Hatta Facebook'una "Soma " yazıp hümanist duygularını kabartan amcık ağızlılar da yanımdan geçip yüzüme bakmıyorlardı. Çünkü artık güven denen şeyin anasını siktiler. Kalmadı o. Bitti. Daha doğrusu, bu zaten bitmiş de, ben yeni yeni öğreniyorum bunu. Ve bizden bu kadar ters bir şeyin normal karşılanması bekleniyor ya, ben de bunu anlamıyorum. Olum güvenmeden nasıl yapacağız bu işi? Bak ben buraya kadar kaldırabiliyorum, en fazlası bu, güven olmadan ötesine geçemiyorum. Güvence demiyorum anasını satıyım, o mümkün değil zaten, güven arıyorum ben lan. O kadar ütopik bir şeyin mi peşindeyim amına koyim? Allah'a çok inanıyorum ben. Çok da güveniyorum. Saçma sapan bi herif olmama rağmen hep dört ayak üstüne düşürüyo beni mesela, yoksa ben tek başıma hayatta bile kalabileceğimi zannetmiyorum. Ama işte, nedense onu hayatımın merkezine koymayı bu kadar güvensizliğin ve yalnızlığın içinde beceremiyorum. Bu bir mazeret veya özür değil, sadece var olan durum. Allah kuluna yetmez mi ayetiyle çok zıt düşüyorum, ama durum bu. "Onlar zora da gelemezler" ayetinde de benim gibi denyolardan bahsediliyor, ama durum bu. Ve tek çarem yine O'nun yardımı. Biliyorum ki Meryem'e doğum sancısını verip yanında hurma ağacını da veren, bana da sıkıntının yanında ilacını da verecek. Çünkü zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak vardır. Tüm bunları biliyorum, ama mücadele edecek gücü kendimde bulamıyorum. Çok güçsüzüm. Perişanım. Rüyadayken rüyada olduğunu anladığın oluyor mu? Lucid dream diyorlar buna, manyakları var bunun, rüyada Adriana Lima'yı sikecem diye uğraşıp duran, bildiğin buna vakit ayırıp egzersiz yapan herifler var. Bu lucid dream denen şey bana kendiliğinden oluyor, epey de sık oluyor. Ve rüyadayken rüya gördüğümü anladığımda her seferinde ne yapıyorum biliyor musun? Kendimi öldürüyorum. Ya yüksek bir yerden atlıyorum, ya bir silah bulup kafama sıkıyorum, ya da bıçakla boğazımı kesiyorum, o anki rüyanın koşulları içinde nasıl kendimi öldürebilirsem o şekilde öldürüyorum kendimi yani. Çünkü rüyada ölürsen uyanırsın. Kendimi uyandırmak için öldürüyorum rüyada. Çünkü rüyada acı var, karmaşa var, mücadele var ve biliyorum ki bu rüya denen şey zihnimde gerçekleşen, sonu olan bir oyun. E böyle anlamsız bir oyun uğruna bu kadar acı çekmenin ne alemi var? İşte bu hayatın da sonu yok oluşsa, çektiğimiz tüm acılar haybeyedir. Hiçbir anlamı yoktur. Eğer sonu yok oluşsa hayat, süresi uzatılmış bir rüyadan başkası değildir. Ben bir seçim yaptım, ya anlamsızlığı ya da her şeyin bir anlamı olduğunu seçecektim. Yaşadıklarım ve gördüklerimden sonra Allah'a inanmaktan başka şansım kalmadı, ve dolayısıyla sike sike her şeyin bir anlamı olduğunu kabul ettim. Rabbim, efendim, Allah'ım, biliyorsun ben kendimi rüyada bile öldürüyorum. Ve bu da demektir ki sonu olduğunu anladığım her şeyden seve seve, dünden razı bir şekilde vazgeçebilirim. Ve bu da demektir ki sonu olduğunu gördüğüm hayattan vazgeçmememin tek sebebi senin ötesini vadetmendir. Ve bu da demektir ki sırf senin rızan için yaşıyorum. Öyleyse bana yardım et. Yardım et Allah'ım. Ölüyorum. Gündem \ Hayata Dair Editörler M00NB0W ALLAH'Taşıyamayacağı yükü kuluna yüklemezmiş 123456 09 Temmuz 2012 1915 Bulut Can Yasaklı Tüm dini içerikli başlıkları kınıyorum... Lütfen biraz daha liberal olun. 09 Temmuz 2012 1916 YOSUN GÖZLÜ 27 Kapalı sabretmenin sınırı yoktur Hasret vuslat yaklaşana kadar sabretmek sınavında neler vardır zaman bu sınavda en büyük silahın sabır öfkelenmek hiddetlenmek ve asiliğe yol almak sana zarar öfke kalbin en büyük düşmanıdır. şeytanın en kolay aldatma silahıdır. ki biz insanlar bu oyuna gaflete çok rahat düşeriz. en ufak bir şeyde bile kızarız. bağırır çağırır küfrederiz. halbuseki sabretsek Ya Sabır desek kızgınlığımız geçtiğinde aslında kızdığımız şeyin o kadarda büyüttüğümüz kadar değeri olmadığını anlarız ki ağızdan çıkacak o kötü kelimelerdende korunmuş oluruz güzelide belkide bizi seven bir kalbi kırmamış oluruz ; 09 Temmuz 2012 1917 Arbat Yasaklı Sen kabul etsen de etmesen deallah nurunu tamamlayacaktırAcaba sen nerede olacaskın o esnadaseni nasıl bulacam 09 Temmuz 2012 1917 hasret güLLeri Kapalı hiç uğraşmayaın beni sinirlediremeyeceksinizneden yakışmıyormuş sayın bulut gayet te güzel yakışıyorben namaz kılıp ALLAHIM huzuruna gelmeyi bana nasip ettiğin için sana şükürler olsun diyebiliyorumkaldıki saçma saban sözlerinizle beni sinirlendiremezsiniz bunu aklınızdan çıkarmayın 09 Temmuz 2012 1918 Tropical Kapalı BENİM BAŞLIĞIMDA KİMSE KİMSEYE HAKARET ETMEDİ HERKES KENDİ GÖRÜŞÜNÜ PAYLAŞTI. AMA BAŞLIĞIM AÇIKLAMA BİLE YAPILMADAN SESSİZCE KAPATILMIŞ. NEDİR EDİTÖRLERİ RAHATSIZ EDEN!!!!!!!! 09 Temmuz 2012 1919 Pol Pot Kapalı onlar seni şimdi duyamaz. KAPAT [X] 09 Temmuz 2012 1920 hasret güLLeri Kapalı bilemiyorum,rahatsızlık verici sonuçlar doğuracağını sezinlemişlerdirolamaz mıilk aldığım nickle bir gün bile kalamadım ,silindi neden acaba 09 Temmuz 2012 1921 Bulut Can Yasaklı Sayın hasret amacım sizi uyuz etmek değil... Sizi iyiye ve güzele davet ediyorum. Bana güvenebilirsiniz... 09 Temmuz 2012 1921 Tropical Kapalı ŞUAN MÜTHİŞ ŞAŞKINLIK İÇİNDEYİM. HİÇBİR ŞEKİLDE YAPILANA ANLAM VEREMİYORUM BEN BÖYLE BİR ADALETSİZLİK GÖRMEDİM!!! 09 Temmuz 2012 1923 Tropical Kapalı RAHATSIZLIK VERİCEK HİÇBİRŞEY YOK!!! ONA BAKARSAN BÜTÜN BAŞLIKLARIN SONUNU İSTEDİĞİN YERE ÇEKEBİLİRSİN NE BAŞLIKLAR VAR BURDA! BENİMKİ GAYET OLDUN MEDENİ DÜŞÜNEBİLEN İNSANLAR İÇİNDİ! RESMEN ÇILDIRCAMEDİTÖRLER HAKKINDA SÖYLEDİKLERİNİZDE HEPİNİZ HAKLIYMIŞSINIZ 09 Temmuz 2012 1923 hasret güLLeri Kapalı of valla sıktın tropikal yaaman eksik olmayın ama asla fikirlerimden beni caydıramazsınız 09 Temmuz 2012 1926 YOSUN GÖZLÜ 27 Kapalı firavun bile son anda secdeye kapanmış... neden acaba hiç düşündünüz mü?? 09 Temmuz 2012 1926 hasret güLLeri Kapalı düşünemezler 09 Temmuz 2012 1927 10 un 100 ü Kapalı evvet şimdi soruya cevap verecem..Allah kulun taşıyamayacağı yükü yükletmezle ne demek istemiştir acaba ?Allahın yanındaki bir yük ile kulun yanındaki bir yük ayınımıdır yoksa farklımıdır ?Allah yer zaman ve mekandan münezzeh ise her türlü kul için zor güreünenlerden de münezzzehtir...devamı az sonra 09 Temmuz 2012 1927 Tropical Kapalı hasretgülü sen ne iğrenç bi insamışsın ya! ne iyilkten anlar ne insanlıktan senin gibiler! BEŞ PARA ETMEZ Bİ KARAKTERİN VARTAMAM SEN ERKEKLERLE FİNGİRDEŞMENE DEVAM ET ARADA BOLBOL KİKİRDEMEYİDE İHMAL ETME SAKIN 09 Temmuz 2012 1929 hasret güLLeri Kapalı sözylediklerini aynen iyade ediyorum saygısızsınız sizi şikayet etmeye bile değmez 09 Temmuz 2012 1929 Bulut Can Yasaklı Kavga çıktı... Ben gidiyorum. 09 Temmuz 2012 1930 10 un 100 ü Kapalı tropikal yaptığın hoş bişey değildi...! 09 Temmuz 2012 1930 Tropical Kapalı 09 Temmuz 2012 1931 hasret güLLeri Kapalı gidersiniz tabi,şeytan gibi geldiniz arayı buzup gittini,z aöa yaşadığımız süre içinde sizler gibi çok göreceğimiz için sabır ediyoruz,güle güle Toplam 119 mesaj 123456 Çok yazılan konularSon heceden kelime bulma oyunuGibisinKelime OyunuŞarkılar Bizi SöylerAşırma olan kelime türetmece oyunuKendimize NotSon iki harften kelime türetme14 bin lira gelirim var sizce yatırım yapmak mi yoksa gününü gün edip harcamak miMüdürü şikayetYeni bir arkadaş grubuna girdim okulda ne söylesem yanlış anlaşılıyor ... SÖZLÜKmasa tenisi 1hz yusuf 1yeraltı şehirleri 1formalite 1çay koması 1Günde 200 kere öten horoz 1aleti vurarak tamir etmek 1ardarda hapşırmanın hastalık belirtisi olması endişesi 3endirekt 1eyüp sultan 1 Editörün seçimiPromosyonlar güncellenmeliNasıl birikim yapabilirim ? Altın bes vs polise GBT Kemal Kılıçdaroğlu Sınava girmeyin!KPSS iptalinde şunu farkedebildiniz mi?2022 KPSS Yeni BaşvuruGEÇİCİ SIĞINMACI SORUNUNU KİM ÇÖZER ?Ağır hasarlı araç alınır mı Gram Altın 1060 geçerse hedefSüper Lig Tahmin Yarışması 2022/2023 Sezonu Son Dakika HaberlerHAGB kararı alan KHK'lılar Danıştay'da kazanamıyor10 Ağustos 2022'den önemli gündem başlıklarıNakit ihtiyacınıza yüzde sıfır faiz müjdesiSGK Başkanlığı'na Kürşad Arat atandıÖnce eşini sonra sağlık çalışanlarını darp etti Vesvese Vesvese. İnsanoğlu bildiğimiz canlı varlıklar içinde bilişsel, fiziksel ve duygusal yetenekleri nedeniyle tekâmüle en açık ve en yatkın tek varlıktır. Tekâmüle açık bu özelliklerinden dolayı da hem iç dünyasından hem dış dünyadan gelen uyarıcılar ve etkiler, insanı bir hayat boyu hiç rahat bırakmaz. Hâlbuki hayvanlar ve bitkiler, doğal koşulların zorlamasıyla birtakım tekâmül süreçleri yaşamazlar; milyon seneler öncesi ne ise bugün de aynı yaşam düzeylerini bozmadan devam ettirirler. Zira onlar iradeleriyle değişimi tercih edecek ve bunun için mücadele edecek yeteneklerden mahrumdurlar. Ama insanlar öyle değildir. İnsanı tekâmüle zorlayan sadece çevresindeki doğal koşullar değil, yukarıda da zikrettiğimiz yaratılışındaki iç dinamikleridir. Hayaller kurmak, hayallerini gerçekleştirmek için azimle çalışmak, bu hayallerinin gerçekleştiğini görmek, bununla gurur duymak, başarılarla sevinip mutlu olmak, başarısızlıklardan hüzün ve mutsuzluk yaşamak, sadece insana ait olan ve onu değişime zorlayan özelliklerdir. İşte bu muhteşem varlığın tekâmülü; hayal etme, merak etme, soru sorma, araştırma, öğrenme vs. gibi yetenekleri ile direkt alakalıdır. Gelişmenin önemli bir ayağı olan öğrenme eylemini tahrik ve teşvik eden unsurlardan birisi “vesvese” veya “şüphe” adını verdiğimiz düşüncelerdir. Bu düşünceler normal seyrinde olursa zihnî ve fikrî anlamda insanı geliştirir ama dizginlenemezse kişileri boğacak kadar azgınlaşabilir. Dolayısıyla bizler vesveseyi tamamen susturur veya yok edersek aslında içimizdeki çok önemli bir dinamiği etkisiz hale getirmiş oluruz ki zaten bunu yapabilmek de insan doğası gereği mümkün değildir. Her faydalı şeyin bir noktadan sonra zararlı olduğu veya olabildiğine dair yaşamımızdan örnekler çoktur. Vesvese için de bu kural geçerlidir. Dolayısıyla vesvesenin susturulması değil, kontrol edilebilir olması içimizdeki öğrenme enerjisini ve zihnimizi diri tutacaktır. Aslında insanlar, yaşamlarında karşılaştıkları tüm güçlüklerle baş edebilecek şekilde yaratılmışlardır. Rabbimiz’in “Kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz.” Bakara, 2/286 demesi bundandır. İnsanları bunaltan bu kabilden sorunlar, daha çok olayın kendisinden değil, o meseleyi anlamaya çalışırken yapılan düşünme hatalarından kaynaklanır. Bu tespit, vesveselere yaklaşımımız için de geçerli olup vesveselerin tahribatından korunmak için önce doğru düşünmeyi öğrenmemiz gerekir. Vesvese Nedir? “Vesvese” denen düşüncelerin, insanlara verdiği ruhsal rahatsızlıklar her zaman ve devirde insanlığın çok önemli sorunları arasında yer almıştır; bugün de ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu önemli sorunun çözümü için önce vesvesenin gerçek bir tanım ve tahlilinden işe başlamak gerekir. Vesvesenin türleri çoktur. Biz bu makalede dinî olanından yani imana, itikada ve ibadetlere yönelik olanından bahsedip vesveseyi anlamaya ve tanımaya çalışacağız. Öncelikle, “vesvese” tanım olarak, içimizden gelen gizli fısıltılara ve seslere denir. Bir bakıma insanın içinden harfsiz, sessiz kendiyle konuşmasıdır. İnsanlar tarafından daha çok anlaşılan manasına göre de vesvese, nefsin veya şeytanın kalbe attığı inkârı ve kötülüğü çağrıştıran hatıra ve düşüncelerdir. Kur’ân’da da bu manaya işaret eden ayetleri çok görürüz. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” Kâf, 50/16 “Şeytan Adem’e vesvese verdi.” A’raf, 7/20; Tâha, 20/120 gibi… Tabi ki kalbe gelen düşünceler ve olumsuz hatıralar sadece şeytan ve nefsin eseri değildir. Bu konuda toptancı yaklaşım, sağlıklı tahliller yapmamıza engel olur. İşte bu doğru yaklaşımı başarabilirsek vesveselerin zararlı olanlarından kolay sakınır, faydalı olanını ise bir sorun gibi algılamaktan kolay kurtuluruz. Vesveselerin Geliş Nedenleri Akla veya kalbe gelen olumlu veya olumsuz düşüncelerin, vesveselerin geliş nedenleri çoktur. Birincisi, Kur’ân’ın da açık uyarısıyla şeytandır. “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” A’râf, 7/200 Kalbe gelen hatıra ve düşüncelerin bir sebebi de meleklerdir. Şu hadis-i şerif de buna işaret eder “İnsan kalbine iki yönden baskı ve telkin gelir. Birisi melektendir ki hayrı söyler, hakkı tasdik eder. Kalbinde bunu bulan kimse bilsin ki bu Allah’tandır. Ve Allahu Teâlâ’ya hamd etsin. Diğer telkin ise şeytandan gelir; şerri teşvik eder, hakkı yalanlar ve insanı hayırdan men eder. Kalbinde bunu bulan kimse, derhal şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın.” İbni Mesud Vesveselerin diğer sebebi insanın nefsidir. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” Kâf, 50/16 Kalbe gelen düşüncelerin bir sebebi de insan aklının veya zihninin çalışma prensibidir, bu konu çok önemlidir. Şöyle ki; önümüze gelmiş yeni bir olay veya durumun nasılını, nedenini bilmeyi ve öğrenmeyi istemek ve bunun için şüpheci yaklaşmak, her türlü sorular sormak, olumlu olumsuz her cihetiyle meseleye vakıf olmaya çalışmak gayet normal bir durumdur. Tabiri caizse her insan doğru olanı, böyle beyin jimnastiği yaparak bulmaya çalışır. Nitekim yaratılışımızla bize verilmiş olan anlama, bilme, öğrenme sistemimizin çalışma şekli böyledir. Ama maalesef ki bu çok normal olan aklın sorgulamaları, birçok insan tarafından yanlış değerlendirilerek üzücü ve yıpratıcı şüphe ve vesveseler şeklinde algılanmaktadır. Bu önemli konuyu aşağıda inşallah açacağız. Bizi rahatsız eden düşüncelerin bir kısmı da tedai veya çağırışım kanunu olarak ifade edilen birbiriyle ilgili veya zıt düşüncelerin birbirini çağrışımından dolayı gelebilir. Hayal ve vehmimiz de bu tür düşünceleri üretir, zira onların görevi budur; fikir ve düşünce dünyamıza katkıları böyle olur. Olumsuz düşüncelerin bir kısmı da psikolojide otomatik düşünceler olarak isimlendirilen düşünme hatalarımızdan veya bilişsel çarpıtmalarımızdan kaynaklanabilir. İşte bunların hepsine aynı düz mantıkla, yani amaçlanmış şüphe veya küfür mantığıyla yaklaşırsak bu durumda akıl ve kalpte, kaos ve bunalım kaçınılmaz olur. Şimdi bunları ayrı ayrı değerlendirelim inşallah. Şeytandan Gelen Vesveseler “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım …” Nisa, 4/119 Bu ve benzeri ayetlerin tanımlamasıyla, şeytandan gelen vesveselerin belirgin özelliği, insanın kalbine, ona hissettirmeden şüphe, kuruntu, inkâr gibi kötü düşünceleri peş peşe sokmasıdır. “Vesvese” kelimesi de yapılan fiilin tekrarını ifade eder. İnsan, bir kere kışkırtmakla kandırılamaz, onu doğru yoldan çıkarmak için tekrar tekrar kışkırtmak gerekir. İşte bu çalışmaya “vesvese”, vesveseyi verene de “vesvâs” denir. Nâs suresi, şeytandan gelen vesveseyi güzel açıklar. Bu surede “min şerri-l vesvâsil hannâs” buyrularak, vesvese veren hannâs’ın şerrinden Allah’a sığınmamız emredilir. Vesvâs, vesvese verendir; hannâs ise açığa çıktıktan sonra saklanan ve sonra tekrar ortaya çıkandır. “Vesvâsi’l hannâs” Vesveseyi veren ve geri çekilen, bunu maksadına ulaşana kadar tekrarlayan, anlamına gelir. Bu sıfat şeytanı çağrıştırır, o sebeple bu fiil şeytanın ismi olmuştur. Eğer vesvesenin sebepleri ve kurtulma yolları bilinmezse şeytanın değersiz kuruntuları insan üzerinde etkili olur ve kalpte kötülüğe istek meydana getirip son kertede onu şerli bir duyguya inandırıp kötü birçok ameli işletebilir. Nefsin Vesveseleri İnsan nefsi yaratılış itibariyle devamlı şehvet ve gazap duygularının etkisi altındadır. Bu duygular asıl itibariyle kötü olmayıp aksine insanı insan yapan duygulardır. Çünkü bu duygular sayesinde yer içeriz, bu duygular sayesinde evleniriz, hayattan zevk almamız bu duygulara bağlıdır. Cennette de bu duygular bize eşlik edecek ve cennetin zevki bu duygular sayesine alınacak. Ne var ki bu duygular kontrol isteyen, sınırları olması gereken duygulardır. Yani vahşi bir at gibidirler; ehil ve evcil hale getirilmezlerse binicisini üstünden atıp öldürebilirler. İşte nefsin bu vahşi haline Kur’ân’da “nefs-i emmare” ismi verilmiştir. Ki peygamber veya evliya olmayan insanların nefs mertebesi budur. Eğer terbiye ve tezkiye ile mutmain olmamışsa yapısı itibariyle kâfirdir; dünya sevgisi doludur, bencildir, egoisttir. Dünyadaki peşin zevklerini yasakladığı veya ertelediği için, ahiret düşüncesinden hiç hoşnut değildir. İşte bu haliyle de şeytanın her türlü telkin ve desiselerine karşı gayet açık ve alıcı durumundadır. Şeytan da bunu çok iyi kullanarak vesvese, evham ve kuruntularını bu kanaldan etkili bir şekilde insanlara ulaştırır. Bu sebepten, nefsten gelen olumsuz vesveseler de şeytandan gelenler hükmündedir, itibar edilmez. Aklın Çalışma Prensibinden Kaynaklanan Vesveseler Yukarıda da biraz bahsettiğimiz gibi insan zihni veya aklı, doğrulara; araştırma, sorgulama, kıyaslama, cedel, şüphe vs. yöntemleriyle ulaşır. Aklın veya zihnin şüpheleri, doğru bilgiye ulaşmak gibi olumlu bir amaca hizmet edince bu çabaları bir sorun ve hastalık alameti olarak değerlendirmek elbette ki çok yanlış olur. Araştırmak, doğru olanı bulmak ve akılda ve kalpte bir tatmin duygusuyla bir dine inanarak o dini yaşamak ve yaşamayı istemek her insanın en tabi hakkıdır. Zira akıllı her insan, hayatını, kuşkulu din ve ideolojilere tâbi olarak değil, aklen ve kalben belli ölçüde bir tatmin duygusu yaşadığı fikirlere, ideolojilere veya dinlere tâbi olarak yaşamak ister, bundan da daha doğal bir durum olamaz. Nitekim ibretlik hikâyelerini dinleyip çok etkilendiğimiz, Hristiyan veya gayri müslim birçok insanın, bu tür şüpheler, sorgulamalar ve araştırmalardan sonra İslam’a ulaşmaları böyle aklî ve zihni çabaların ürünü ve emeği değil midir? Aslında Rabbimiz’in de bizden bu tür çabalar istediğine ilişkin ayetler çoktur. “Bu Kur’ân, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” Sâd, 38/29 Bu nedenlerle insanların, inançlarını tahkik ederek taklitten kurtarma çabaları övülmüş ve istenmiştir. Taklitten kurtulmak için; Allah’ın varlığı, tekliği, isim ve sıfatları, Kur’ân’ın Allah kelamı olup olmadığı, yaratılış gerçeği gibi her dinî konu üzerinde, gerekirse olumsuz taraflarından da olayı değerlendirerek düşünülmesi insanlarda şüpheye benzeyen bir his oluşturup onu rahatsız etse de bu durum şer’an normal karşılanan ve günahı olmayan bir durumdur. Bir Müslüman’ın bu tür duygulara girerek düşünmesinin kelam âlimlerince hükmü, şüphe değil vesvesedir. Vesvese ise imanın zayıflığını değil, aksine imanın gücünü ve olgunluğunu gösterir. Çağrışım Kanunu Yer, zaman, neden, etki ve sonuç bakımından aralarında birlik, benzerlik ya da karşıtlık gibi ilişkiler bulunan düşüncelerin kendiliğinden birbirini hatırlatması, çağrıştırmasına tedai veya çağrışım kanunu denir. İnsan hafızasının çalışma şeklinden kaynaklanan bu yapı nedeniyle aralarında birlik, benzerlik ya da karşıtlık gibi ilişkiler bulunan nesne veya kavramlardan biri anılınca hemen diğeri insan iradesi olmadan akla hücum etmektedir. Limonu gören birinin hemen ağzının sulanması bir çağrışım olayıdır. Zıt şeylerin birbirini çağrıştırması da böyledir. Mesela birisine “gece” deseniz karşıdaki kişinin aklına ilk gelen kelime “gündüz” olur, “beyaz” deseniz hemen “siyah” diyesi gelir. İyi kötüyü, var yoku çağrıştırır. Aynı şekilde dinsel kavramlar da küfrü çağrıştırabilir. Bu münasebetle gelen hatırlamaya çağrışım denilir. Çağrışım ise, çok kere irademiz dışında olur ve mesuliyeti yoktur. İnsan bu gerçeğin farkında olmazsa; ne zaman “iman” dese hemen aklına gelen soru işaretlerinden rahatsız olup imanında bir problem olduğunu düşünebilir. Bu ve buna benzer hallere müptela olanların yapacağı iş, bunun normal olduğunu bilmek ve onun üzerinde durmamaktır. Çünkü ehemmiyet verdikçe böyle vesveseler kuvvetlenir ve bir hastalık haline dönüşür. Bunlar üzerinde endişeye mahal olmayan düşüncelerdir. Şunu iyice aklımıza yerleştirelim ki kalpte tasdik görmeyen düşüncelerin yeri hayaldir, vehimdir. Hayalin ise ne şer’î ve ne de mantıkî anlamda hiçbir değeri de günahı da sorumluluğu da yoktur. Otomatik Düşünceler Bilinçsizce yapılan düşünce hatalarına otomatik düşünceler denir. Çevremizde gelişen olaylarla bağlantılı olarak ortaya çıkarlar ve bir anlamda kendimizle ilgili ön yargılarımızı gösterirler. Bazı terapistlerin verdiği gözlük örneğiyle bu konuyu anlatırsak eminim daha anlaşılır olacaktır. Mesela, kırmızı gözlük takan bir insan her baktığı şeyi kırmızı görür ve onların kırmızı olduğuna inanır. Yeşil gözlük takan yeşil, mavi gözlük takan mavi, renksiz gözlük takan ise her şeyi doğal renginde görür. Bu renkli gözlükler, olaylara bakarken nasıl baktığımıza ve nasıl algıladığımıza ait benzetmelerdir. Kendi iç dünyasında “ben sevilmeyen birisiyim” diye inanan ve olaylara bu gözlükle bakan bir insan, her olaydan otomatikman sevilmediğine ilişkin kanıtlar çıkarır. Çocukluğundan itibaren yakınlarından darbe almış insanlar, güven duygularını yitirebilir, bir genelleme yaparak daha sonra bu halini bütün insanlara karşı bir güvensizliğe dönüştürebilirler. Kişilik olarak her şeye negatif yaklaşanlar da negatif gözlükle gezerler ve her olayı otomatik olarak negatif tarafından okurlar. Kendi aklına, bilgisine, becerisine karşı güven duygusunu yitiren birisi de kendisiyle ilgili her şeyinden hatta imanından bile kuşkuya düşebilir. Sosyal ilişkilerimizi, dinî hayatımızı hatta cinselliğimizi bile menfi yönde etkileyen bu “olumsuz otomatik düşünceler” toplumun kahir ekseriyetinde var olan ve boyutları ciddi olan bir hastalıktır. Bu hastalıkların ilacı İslamî bilgiler, fıkıh, hadis falan değil, ehil psikologlarla yapılacak bilişsel terapidir. Benim sohbetlerim terapi derken bunu kastederim ve tabiri caizse hiç hissettirmeden bunu hep yaparım. İşte “Arapçada, hadiste, fıkıhta üzerime yoktur diye asrın müceddidi edasında gezinen hoca efendilerin büyük çoğunluğunda ben bu düşünce hatalarını görüyorum. Şimdi hocalarımız önce kendilerini bu çarpıtmalardan kurtarmalılar ki başkalarına rehber kılavuz olsunlar. Buradan çıkarılması gereken ders; çağımızın âlimlerinin, hoca veya mürşitlerinin amaçları, Allah rızası için insanlara yardımsa sadece dinî bilgiler bilmekle onlara yardım edemeyeceklerini görmeleridir. Gerçek bir fayda için kendilerini, asrımızın tüm sorunları karşısında bilgili ve bilinçli hale getirmeleri gerekir. Yoksa da hadlerini bilmeli ve Allah’tan korkarak bana gelmeyen, bana biat etmeyen yandı havasında olmamalıdırlar. Konumuza dönersek işte gözlük camını renksiz takmamız, her şeyi doğal renginde görebilmemiz, yani olumsuz otomatik düşünce hatalarından kurtulmamız demektir. Psikolojide bu düşünce hataları Seçici Algılama, Akıl Okuma, Abartma, Küçümseme, Aşırı Genelleme, Kişiselleştirme, Hep ya da Hiç Tarzı Düşünme, Kontrol Yanılsaması, Etiketleme, Olması Gerekenler -meli, -malı gibi başlıkları altında kategorize edilir. İşte bu otomatik düşünceler hayatımızın her alanında bizi kendimiz hakkında olumsuz yönlendirebileceği gibi itikadî ve ahlakî konularda da yanlış inanış ve davranışlara sevk edebilirler. Vesvese ile Şüphe Farkı İnsanlarımızın büyük çoğunluğu, imana dair olan vesveseleri şüpheyle karıştırır, bu vesveselere şüphe muamelesi yaparlar. Bir kere şunu çok iyi bilmek lazım ki imanlı bir insana gelen şüpheler, vesvese hükmündedir. Ve bu tür şüphe veya vesveselerin dinen hiçbir günahı, vebali ve mahzuru yoktur. Sebebine gelince vesveseler, sadece akla veya hayale gelen fakat kalp tarafından tasdik edilmeyen, kabul görmeyen düşüncelerdir. Kalpte kabul görmeyen şeyler ise ancak vehim ve hayal hükmünde şeylerden sayılır. Vehim veya hayallerin ise gerek dinen gerek epistemolojik olarak ve de mantık ilmi kurallarınca hiçbir hükmü ve geçerliliği yoktur. Şüphe Nedir, Amaçlanmış Şüphe Nedir? Şüphe; bir şeyin doğruluğundan kuşkulanıp iki düşünce ortasında arada kalmaktır. Konu iman mevzuu olunca da iman ile inkâr arasında tam ortada kalmak şüphedir. Şüpheyi de iki kategoride değerlendirmek gerekir. Birincisi metodik şüphe, ikincisi amaçlanmış şüphe. Amaçlanmış şüphe; şüphelenmek işine gelen, bu halinden razı olup rahatsızlık duymayan kişinin şüphesidir. Amaçlanmış şüphede kalan kişi küfürdedir. Küfre razı değilse hemen tevbe edip çıkması gerekir. Metodik şüphe ise araştırmak, doğruyu bulmak isteyen kişinin yaşadığı şüphe hali ki buna müspet şüphe demek icap eder. Bu kuşku içindeki kişiler doğruya ulaşana kadar devamlı araştırma, sorgulama halindedirler. Bu nedenle de ciddi bir bunalım ve sıkıntı hali de yaşayabilir ve sık sık imanlarından endişe edebilirler. Genel olarak bu hal, dogmatik olmayı başaramayan kişilerdeki fikrî bir olgunlaşma sürecidir. Doğum gibi sancılı ve acıdır ama korkmasınlar, meyvesi güzeldir. Bu süreçte imanlarına da hiçbir şey olmaz. Çünkü bu fikrî olgunlaşmanın yaşandığı yer akıldır, kalp değil. İman ise son kertede yalnız aklın değil, ancak aklın ve duyguların danışmanlığında kalbin meyvesidir. Metodik Şüphe Nedir? Öğrenmek, araştırmak, doğruyu bulmak için çaba sarf edenlerin şüphesi metodik şüphedir. Bütün ilmî buluşlarda, icatlarda, teknolojideki gelişmelerde bu şüphenin emeği çoktur. Bu şüphe veya vesveselere eğer amaçlanmış şüphe muamelesi yaparsak kendimize haksız yere zulmetmiş ve şeytanın eline kendimizle oynama kozu vermiş oluruz. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz amaçlanmış şüphenin dışında insana gelen şüphe ve vesveseleri şerre yormak ve tedirgin olmak yersizdir. Çünkü bu tür şüphe ve vesveseler aklın veya zihnin normal işleyişini gösterir. Kur’ân’da; “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” Hucurât, 49/6 buyrulur. Bu ayette açıkça “Fasığın getirdiği haberden şüphelenin.” diye uyarı vardır. Bu kuşku, insanı etraflıca araştırmaya sevk eder ve bu sayede bilmeden insanlara zarar vermekten ve günahtan korunmuş oluruz. Bilmediğiniz bir yerden veya tanımadığınız birisinden bir haber, bir bilgi geldiğinde eğer o bilgi sizin için bir önem arz ediyorsa, normal olarak o bilgiden önce şüphelenmeniz ve doğruluğunu araştırmanız gerekir. Aksine davranış yanlış bir tutumdur. Zira bir insan her duyduğu şeye, “bu kesin doğrudur” diye hemen inanıyorsa asıl o insan sorunlu bir tutum içindedir. Çünkü insanların doğruluk arayışları bilgiden şüphelenmeyle başlar. İmanının, malının, canının kıymetini bilen, kendine ve sevdiklerine değer veren her insan, bu kıymetli şeyleri riske atmadan önce düşünür ve bu konuda biraz olsun vesveseli olur. Sağlıklı olan da bu tutumdur. Taklidî imandan tahkîkî imana bizi taşıyan da metodik kuşkudur. Mesela bizzat yüce Rabbimiz, kutsal kitabında tevhide ulaşmamız için bizi bu konuyu ilmen ve aklen değerlendirmeye, sorgulamaya sevk ediyor “De ki Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah’la beraber başka ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş’ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı.” İsrâ, 17/42 “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” Enbiyâ, 21/22 Bu ayetler açıkça diyor ki “Farz edelim Allah birden fazla deyin ve öyle düşünün. O zaman ilahlar arasında kavgalar olabileceği ve yeryüzünde birlik ve nizamın olmayacağı gibi aklî bir sürü açmazla karşılaşırsınız.” Dolayısıyla, bu tür düşüncelerin ve akla gelen vesveselerin korkulacak bir şey olmadığını, aynı zamanda bu tür analizlerin akıllı bir insanı taklitten çıkarıp tahkîkî imana götürebileceğini de belirtmiş oluyor. Hele Kur’ân’daki Hz. İbrahim’in kıssaları bu konuda çok ders vericidir “Hani İbrahim, Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.’ demişti. Allah ona İnanmıyor musun?’ deyince, Hayır inandım ancak kalbimin tatmin olması için’ demişti.” Bakara, 2/260 Demek ki kalbinde iman olan bir insanın, tatmin için sorular sorması ve sorgulaması onun imanı için bir sakınca teşkil etmiyor. Bu kıssa metodik şüpheyi anlamaya çok güzel örnektir. Kur’ân bizi böyle birçok ayetle taklidî imandan ziyade tahkîkî imana yönlendirir. Evrende, çevremizde ve bizzat nefsimizde mevcut bir sürü yaratılış mucizelerini görmeye ve fark etmeye çağırır. Dogmatiklik yerine, imanımıza referans aldığımız aklî ve ilmî en azından birkaç küçük delil bulmamızı ve böylece tahkîkî iman sahibi olmamızı ister. Çünkü her dönemde olduğu gibi asrımızda da imana saldırı çok fazladır. Elhamdülillah bizim dinimizin, akıldan, bilimden kaçma gibi endişeleri, korkuları yoktur, aksine özellikle bunları teşvik eder. Bu nedenle İslam dini asla dogmatik dinler sınıfında değerlendirilemez. Şu hakikati de hatırlatalım ki yanlışa düşmeyelim. Tahkîkî iman, bütün küfür sorularına cevap vererek yapılan iman değildir. Ha bir güçlü delil, ha bin güçlü delil aynı sonuca çıktığı için böyle bir yola girmeye gerek yoktur. Ayrıca bu sorulara cevap vererek kimse bu soruları bitiremez, niçin bitmeyeceğini de açıklayacağız. Dolayısıyla akla gelen bütün soruları cevaplayarak imana yeltenmek, Allah korusun, vesveseyi en tehlikeli şekilde kâle almak olur ki kimse böyle şeye soyunmamalıdır. Zira bu yöntem gerçekten yanlıştır ve gereksizdir. Bu işle uğraşmak, iman etmek için değil, ancak şüphe hastalığına yakalanmış insanlara yardım için gerekebilir, onu da herkes değil ehli yapar. Nitekim bu konuda yetişmiş çok büyük kelam âlimlerimiz mevcuttur. Bir gerçeği de burada tekrar ifade edeyim ki ne dinimizin ne de kelam âlimlerinin hiçbir küfür sorusuyla ilgili korkuları yoktur. Hepsinin cevapları verilmiştir, verilir de. İşte ben de buradayım! Bütün dünyaya hodri meydan diyorum! Şüphesi ve sorusu olan varsa gelsin, Allah’ın izniyle cevapları bende hazırdır. İnsanlara gelen vesveseleri 1 Faydalı, müspet vesvese 2 Zararsız vesvese 3 Zararlı takıntı vesvese olarak üç kısımda mütalaa etmek gerekir. Müspet, Faydalı Vesvese Nedir? Metodik olan şüphe ve vesveselerin iman konusunda faydalı olduğundan bahsettik. Amel ve ibadetler üzerinde de vesvesenin kontrollü olmak kaydıyla olumlu katkıları vardır. Bir amel ve ibadetin sağlamlığından, doğruluğundan ihlâsından kuşkulanıp daha iyisini yapmak için bir arayış ve çabanın içine girmek, dozu yerinde olursa ibadetlerde müspet sonuçlar ve gelişmelere neden olur. Mesela aşırıya kaçmamak şartıyla temizlik vesvesesinin insanı daha temiz yapması ve hastalıklardan koruması gibi, şüpheli işlere düşmekten kaçma vesvesesi de insanı daha dikkatli ve takva yapar. İbadetlerim kabul olur mu olmaz mı vesvesesi daha gayretli ve çalışkan yapar. İmanlı gider miyim gitmez miyim vesvesesi daha mütevazı yapar. Şeytanın vesvesesinden kaçan Allah’a sığınır; Allah’a sığınan O’na yaklaşır. Nitekim şeytanın varlığı mümine terakki sebebidir, işin hikmet boyutu böyledir. Diğer bir yönüyle vesvese, insanı daima uyanık tutar. Mü’min kişi, her zaman yanı başında duran ve hatalara düşürmek için fırsat kollayan şeytana karşı hep tetikte olursa takva bir insan olur. Allah’a karşı yalvarış ve yakarışa geçerek, her vesvese emaresi karşısında Allah’a sığınmak da büyük ibadettir. “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” Fussilet, 41/36 İşte vesvese bu yönüyle değerlendirilince vücudu koruyan sinirlere benzer ve insanın ibadet hayatına olumlu katkıları olur. Zararsız Olan Vesveseler Nelerdir? Ebu Hureyre anlatıyor Hz. Peygamber’in sav ashabından bir kısmı ona sordular “Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına eminiz.” Hz. Peygamber sav “Gerçekten böyle vesveseler yaşıyor, ondan bir üzüntü, bir korku duyuyor musunuz?” diye sordu. Oradakiler “Evet!” deyince, “İşte bu korku imandan gelir vesvese imana zarar vermez” dedi. Diğer bir rivayette “Şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamdolsun.” demiştir. Müslim’in İbni Mesud’dan kaydettiği bir rivayet şöyledir Dediler ki “Ey Allah’ın Resulü! Bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu bilerek söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih ederiz. Bu vesveseler bize zarar verir mi?” Hz. Peygamber sav “Hayır bu korkunuz gerçek imanın ifadesidir.” cevabını verdi. Bu hadislerden anlaşılıyor ki kalbin kabul edip onaylamadığı kuşku benzeri vesveselerin hiçbir zararı yoktur. Bu tür vesveseyi kalbin kabul etmeyip aksine reddettiği nasıl anlaşılır denirse bunun çözümü gayet basittir. Şayet bir insan, kalbine gelen şüphelerden dolayı sahabelerin üzüntüsü gibi bir üzüntü ve korku duyuyorsa bu hal, kuşkuların kalpte kabul görmediğinin açık delilidir. Hatta bir kişi bu hale ne kadar şiddetli tepki gösteriyorsa imanı da o kadar sağlamdır, İslam âlimlerinin ortak görüşü böyledir. Sahabe-i Kiram’dan Efendimiz’e gelip “Ya Resulallah! Vesveseye müptelayım.” diyen birine, Efendimiz’in sav “Endişe edilecek bir şey yok; o imanın ta kendisidir.” buyurması da bunun açık göstergesidir. Müslim, İman 211; Müsned, 2/456; 6/106 Zararlı Vesvese Takıntı Hali Nasıl Olur? İmanlı bir kişiye bir sürü itikadî sorular veya rahatsız edici çirkin düşünceler gelebilir. İmanı korumak kaygısıyla bu sorulara cevap yetiştirmeye çalışmak veya bu çirkin düşünceleri reddetmeye çalışmak çözüm değil, gerekli de değildir. Çünkü iman kökü kalpte, dalları ve yaprakları akıl ve zihinde olan bir ağaca benzer. Akıl veya zihinde esen şüphe rüzgârları, ağacın yaprak ve dallarını sallasa da kökü kalpte olduğu için asla söküp atamaz. Bu sebeple paniklemek, heyecan ve telaşa kapılmamak gerekir. Ayrıca bu tür vesveseler, konuşarak ve kâle alınarak susturulup geçiştirilemez. Vesveseli insanlar hatayı genelde bu noktada yaparak, normal olan vesveseyi çok fazla ciddiye alınca, takıntı boyutuna taşırlar. Yani önemsiz vesveseler, üzerinde durulup merakla karıştırıldığı zaman sinek kadar küçükken, büyüyerek kişiyi yutacak bir canavara dönüşebilir. Özellikle bazı hassas ruhlar vesveseyi çok ciddiye alarak onu zararlı bir hastalık, bir huy haline getirebilirler. Bu ise şeytanın tam da yapmak istediği şeydir. İşte böyle vesveseyi kendine huy ve hastalık edinen insanlar, kalplerinde imanları dağ gibi olduğu halde kendini imansız sanabilir, bu sebeple depresyonlar yaşayabilir, hatta sırf bu sorulardan kaçmak için ibadetlerini terk edebilirler. Bu oyuna asla gelmemelidir. Bu şekil kuşku ve vesveselerden kurtulmanın en güzel ve kestirme yolu, bunların dinen bir günahı ve vebali olmadığını ve özellikle insanı kâfir yapmadığını bilmek ve bunlardan kurtulmak için de gelen sorulara cevap yetiştirmek yerine, mikrofonun sesini kapatır gibi içerden gelen seslerin düğmesini kapatıp onlarla asla meşgul ve muhatap olmamaktır. Hatta ortam değiştirmek, başka bir şeylerle meşgul olmak ve asla bu soruları dinlememek en kolay ve en güzel çözümdür. Kalbin İmanı, Akla Gelen İnkâr Düşünceleriyle Bozulmaz Önemli bir gerçeği tekrar hatırlatmak gerekirse, imanlı kişilerdeki şüphe benzeri vesveseler, hayal, vehim, zihin veya akılda gerçekleşen olaylardır. İman buralarda değil, kalpte olur. İslam âlimleri iman etme yeri ile düşünme yerinin farklı olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koymuşlar. Düşünme yeri akıl veya zihin, inanma yeri kalptir… İman kalple olur, akılla olmaz. İmanı, akıl ancak onaylar. Kalp, imanı tasdik ettikten sonra akıldaki şüphelerin hiçbir hükmü yoktur. Bu düşünceler, bu kuşkular vesvese hükmündendir. Ne kadar şüpheye benzer vesvese gelirse gelsin kalpte iman olduğu müddetçe bunların hepsi vesvesedir. Vesvese hadiste de ifade bulduğu gibi imanın ta kendisidir. Müslümanların en çok sıkıntı yaşadıkları vesvese türü budur. Kalpleri imanla dolu olduğu halde, aklın çalışma prensibinden kaynaklanan soru ve şüpheleri küfür sanarak üzülür, kendilerini harap ederler. Bunun nedeni bilgisizlik ve cahilliktir. Bu cahillikten bunalıma giren, akıl sağlığını kaybedenler bile vardır. Bir de iman konusundaki hassasiyetten kaynaklanabilir bu vesveseler. Mesela bir çocuk yetişirken, aklına gelen soruları anne ve babasıyla paylaşır. Bazen şöyle bir soru sorabilir “Baba Allah nerede? O’nu niye göremiyoruz? Bizi O yarattı, peki O’nu kim yarattı?” Bu sorulara cahil ebeveynlerin tepkileri aşırı olur “Sus! Hâşâ! Ne biçim soru bu? Böyle düşünme, böyle soru sorma, kâfir olursun!” İşte bu yanlış hassasiyetler ve aşırı tepkiler daha sonra böyle şeyleri düşünmekten korkma ve düşünceyi küfür sanma gibi hastalıklara dönüşebilir. Aslında belki bu sorular bilgisiz ebeveynlerin de düşünmekten korktuğu ve kaçtığı sorulardır. Bunların cevaplarını yok sanırlar. Çünkü halkın geneli taklidî iman sahibidir. Taklidî iman sahibi insanlar soru sormadan inanır, böyle sorular sormaya ihtiyaç hissetmezler. Yanlarına böyle sorular soran birileri gelirse de afallar kalırlar. Çocuklarını da böyle sorular sormaktan men eder, böyle düşünmekten sakındırırlar. Ama akıl denen şey, sen ne kadar kaçarsan kaç, bu soruları sana doğal olarak soracaktır. Hele yapısal olarak olgusal zihniyetli, akılcı insanlar vardır ki onlar bu sorulara cevap bulmadan rahat edemezler. Daha sonra bu çocuklar büyüdüklerinde, ne zaman ibadete yönelseler, o kaçtıkları sorular zihinlerine hücum eder. Bu soruları küçükken attıkları gibi yine akıllarından atmak isterler ama başaramazlar. Şeytanın da tesiriyle bu sorular onların bir numaralı derdi olur, kendilerini çok kötü hisseder, hatta imansız bile sanabilirler. Hâlbuki bu küfür düşüncelerinin akla gelmesi günah olsaydı kelam âlimleri bunlarla uğraşmazdı deyip rahatlamak gerekir. İman; Sevgi, Sezgi, Vicdan, Adalet vs. Gibi Duyguların Onayıyladır İman, dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. Kalp ile tasdik ise imanı akıldan başka; sevgi, sezgi, vicdan, adalet vs. gibi duyguların da onaylamasıdır. Bu duyguların onayı aklın onayından daha önemlidir. O yüzden bir insanı ruhunuz, kalbiniz onaylamış sevmişse, vicdanınız tasdiklemişse, o kişi hakkında size bir yerlerden gelen menfi bilgiler ve kuşku dolu vesveseler, olumlu kanaatinizi değiştiremez. Yani bizler Allah’a sadece aklımızla değil sezgilerimizle, sevgimizle, vicdan ve adalet duygumuzla daha bir sürü güzel duyguların eşliğinde inanır, iman ederiz. Rabbimiz’in sevgisini, şefkatini, merhametini içimizde hissederek O’nu severek iman ederiz. Şeytanın küfrünü yoksa nasıl açıklarız. Şeytanın inkârı Allah’ın varlığına inanmadığı için miydi? Nasıl öyle bir şey söylenebilir? Kur’ân’da Allah ile konuşmaları geçer ya… O’nun küfrü inattan, hasetten ve sevgisizlikten kaynaklandı. Buradan çıkan netice şu ki aklen tatmin olmak inanmak için yeterli değildir. O zaman demek ki akıl, iman yeri değilmiş; işte biz de bunu söylüyoruz. Kalbi imanlı insanların aklılarındaki şüphe ve kuruntular nedeniyle kendilerini imansız ve günahkâr hissetmeleri Rabbimiz’in istemediği ama şeytanın seni getirmek istediği yerdir. Bu gerçeği görür ve anlarsan senin üzerindeki hâkimiyetini şeytan kaybeder, iş bu kadar basittir. Nitekim Kur’ân’da, “Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” Nisâ, 4/76 buyrularak, şeytanın tuzaklarının zayıflığına işaret edilir. Ne yazık ki oltaların ucuna takılan küçük sinek ve böcekler değil midir koca koca balıkları yakalatan. Evet, şeytanın oltasına takılmamak için biraz bilgi ve biraz bilinç yeterli olacaktır. İstidlali Bilgi Her Zaman Bir Ucu Soruya Açık Bilgidir “Akla gelen bütün sorulara cevap vererek kimse bu soruları bitiremez.” demiştik ya onun sebebini şimdi açıklayacağız. Şüphe ve vesvese istidlali bilgide olur. Mesela ben şimdi elimdeki telefonu görüyorum. Bu bilgi zorunlu bilgi, ispata gerek olmayan açık bilgidir, bu sebeple bundan şüphelenmem mümkün değil… İman ise istidlali bilgiyle olur. İstidlali bilgide zorunlu bilgi kesinliği aranmaz. İşte bu bilgi veya düşünme hatası insanları şüphelerle boğuşmaya itebilir. İstidlali bilgi ne demektir? Varlığına ve doğruluğuna bizzat görerek veya deneyler yaparak şahit olmadığım ama deliller yoluyla inandığım bilgiler demektir. Bu bilgiler hayatımızın her alanına girmiş ve onsuz yapamayacağımız kadar önemli bilgilerdir. Örnek verecek olursak mahkemelerde kullanılan adli bilgiler böyledir. Hiçbir hâkim; adam öldürme, tecavüz, hırsızlık gibi olaylarda suçluyu cezalandırırken, hapsederken veya idamına hükmederken, o suçluyla beraber bulunmuş, bizzat o olayları gözleriyle görmüş değildir. Ama parmak izleri, kamera kayıtları, görgü tanıkları vs. gibi elinde o kadar çok güçlü suç delili vardır ki bu delillerle hiçbir vicdanî rahatsızlık duymadan o kişinin suçlu olduğuna kesin olarak inanır. Hatta hiçbir vicdanî acı çekmeden o kişiyi idama bile gönderebilir. Bu inanma işte İslam imanına güzel bir örnektir. Elinde İslam’ın doğruluğuna ilişkin çok güçlü delilerin var. Ama ahirete gitmeden bunların kesinliğini test etmen, doğrulaman mümkün değil. İşte bu örnekten yola çıkarak istidlali bilginin yapısına ait önemli bir gerçeği hatırlatmakta fayda var. Bir hâkim, ne kadar güçlü delilerle bir kişiyi idama götürse de kalbine biraz olsun, acaba yanlış mı yaptım türünden vehimlerin, endişe ve vesveselerin gelmesine de engel olamaz. Doğru yaptığına aslında çok emin olsa da bu bir realitedir. Bunun sebebi olaya bizzat tanık olmaması ve kararı istidlali bilgiyle almasıdır. İstidlali bilgi, böyle yapısı gereği her zaman bir ucu soruya açık bilgidir. Bu soru ve kuşkular yersiz ve anlamsız olsa da insanlar istidlali bilgiye başka türlü bakamazlar. Ama bu hâkim bu sebepsiz kuşkular nedeniyle asla kararından da vazgeçmez. Allah’a iman da aynen böyle istidlali bilgiyledir. Deliller yoluyla kesin olarak Allah’ın varlığını kanıtlasan bile aklına acabaların gelmesine engel olamazsın. Bu şüphe değildir, iman etmemizi sağlayan bilginin yapısı gereği böyledir. Nitekim İnsanlar Allah’ı baş gözleriyle göremezler, bizzat buna tanık olmak cennette olacak ama Allah’ın varlığını ispat eden öyle güçlü deliller vardır ki hâkime kalem kırdıran, idam fermanı verdiren deliller kadar güçlüdür. Hayatımızda onlar olmadan yaşamımızı sürdüremeyeceğimiz böyle daha çok istidlali bilgiler vardır, kesinlik anlamında zorunlu bilgiden farkı olmayan. Mesela Dünya’nın yuvarlak olması, Güneş’in etrafında dönüyor olması, elektrik ve atomların varlığı, gezegenlerin varlığı istidlali bilgilerdir. Biz elektriği görmedik, onu hep eserlerinden biliriz ve varlığından kuşkulanmayız. Uzaya da çıkmadık, bu bilgileri test etmedik ama bize gelen resimler, video görüntüleri, bilim adamlarının bu konudaki beyan ve şahadetleri inanmamız için yeterli sebeptir. İstidlali bilgiyle inandığımız her şey aslında bir anlamda iman ettiğimiz her şey demektir. İstidlali anlamdaki güvenilir bilgilere inanmak ve iman etmek yaşamımız için çok önemli bir yaratılış yeteneğimizdir. Bu yeteneğimizi saçma sapan şeylere inanmak suretiyle yanlış kullanan insanlar toplumda çok olsa da eğer iman etme yeteneğimiz olmasaydı toplumumuz panik atak hastalarından geçilmezdi. Kimse trafiğe çıkamaz, kimse uçaklara veya asansörlere binemezdi. Bizler uçakların düşmeyeceğini ispat ederek değil, düşmeyeceğine inanıp bir anlamda iman ederek bineriz. Yine hiç kimse kaza olmayacağını ispat ederek trafiğe çıkmaz. Eğer her iman, dogmatiklik olsaydı uçağa binen, trafiğe çıkan herkes dogmatik olurdu. İşte İslam’ın imanı böyle temelinde çok güçlü delileri olan bir dine imandır. Uçağa binen bir insan ne kadar dogmatikse bir Müslüman da ancak o kadar dogmatiktir. Zaten biz sohbetlerimizde dogmatikliği ikiye ayırıyoruz. Müspet dogmatiklik, menfi dogmatiklik diye. Menfî dogma; aklı, bilimi, sorgulamayı hiç devreye sokmadan belki de çok saçma bir şeye fanatikçe imandır. İşte Hıristiyanların üçlemeleri, Budistlerin Nirvana inançları, Hinduların ineği kutsamaları, ateistlerin yaratılışı inkârları, evrimcilerin teorileri, menfî dogma örneklerdir. Müslümanlara dogmatik diyenlerin komik ve acınası hallerine bakın! Müspet dogma ise aklın ve bilimin seni götürdüğü dogmadır. Netice de şunu söyleyebiliriz ki; deliller yoluyla ispat, bizi kesin olarak bir yaratıcının varlığına götürür. Bir savcının suçu araması gibi bu âlemi kim yaptı acaba diye arayan, her vicdanlı ve akıllı insan, çevresindeki ve nefsindeki delilerden yola çıkarak Yüce Yaratıcı’ya kesinlikle ulaşır. Nitekim dünya üzerinde ateizmin etkili olamayışı bundandır. Ünlü felsefeci Prof. Dr. Antony Flew gibi en azılı ateistler bile bir gün gelip “Yanılmışım, Tanrı Varmış.” diyerek imana mecbur oluyorlarsa bu, evrende içkin olan tasarım, estetik vs. gibi çok güçlü deliller nedeniyledir. Peki, bu kadar güçlü delillere rağmen nasıl inanmayan çıkabiliyor, hem de akıllı gibi görünen insanlardan derseniz, şeytan örneğini hatırlamanızı tavsiye ederim. Bunun sebebi akılcılık veya bilimsellik değil, zevklerine kısıtlama istenmemesi türünden duygusallıktır. Her ne kadar bu tür kişiler bilimsel ve akılcı insanlar olduklarına sizi ve kendilerini inandırmak isteseler de maalesef ki durumları böyle hazindir. Abdest ve Namaz Gibi İbadetlere Musallat Vesveseler Sonuçları itibariyle itikadî vesveseler gibi ürkütücü olmasa da amelî konularda, abdest ve namaz gibi ibadetlere musallat vesveselerden muzdarip insan sayısı da az değildir. Hassas tabiatlı olmak veya mükemmeliyetçilik gibi psikolojik takıntılı olmak, bilgisizlikle birleşince bu zaaflar şeytanın telkinleriyle yıpratıcı bir vesveseye dönüşebilmektedir. Gusül veya namaz abdestini bir türlü tamamlayamayan insanlar çevremizde az değildir. Belki bir dönem herkesi rahatsız etmiştir bu vesveseler. “Kuru yer kaldı mı, azalarımı yıkadım mı?” şeklindeki kuşkular tekrar tekrar abdest almalara dönebilir. Böyle durumlarda Rabbimiz’in geniş rahmetini daraltmak yersizdir. Suyun bulunmadığı zaman teyemmümle temizlenebiliyorsak buradan çıkarılması gereken ders şu olmalı Asıl olan suyla temizlik veya suyun her noktaya ulaşması değil, halis niyettir. Peygamberimiz bu vesveseye engel olmak için üç kere ile bu işi sınırlamış, fazla yıkamak israf deyip bu işi bitirmiştir. Kim dört yıkarsa israf olur. O zaman üç defa yıka ve namazını kıl. Oldu mu deme olduğuna inan. Unuttuğunu sandığın bir azan varsa yeniden başlama, git sadece o azanı yıka, abdestin tamamdır. Gusülde de aynı şekilde abartma, toplu iğne başı kadar kuru yer kalmayacak fetvasına takılma. Resulullah sav, elinde mikroskop vücudunu mu incelemiş? Vücudunun her tarafını su ile bir kere ovala, elin her tarafına değsin yeter. Sonra abdestine inan, bilmeden abdestsiz namaz kılarsan ne günah olur ne de dinden çıkarsın, korkma, çünkü bunda bir kastın yoktur. Böyle durumlarda şeytanın vesveselerinden kurtuluşun tek yolu “Abdestim yoksa da namazımı kılacağım.” cesaretini göstermektir. Namazlara gelen vesveseler de rahatsız edicidir. Birisi rekâtları karıştırma şeklindedir. Bu hal başına çok sık geliyorsa fıkıhta bunun kurtuluş yolu vardır. İlmihal kitaplarından secde-i sehiv bahsine bakılırsa çözümü ordadır. İkincisi, namazlarda akla ve hayale gelen çirkin düşünceler veya sövmeler. Bunlar genellikle namaza yeni başlayanlarda çok sık görülen bir durumdur. Bunların nedeni de hayal ve vehimde oluşan veya bilinçaltında bulunan çirkin söz veya fotoğrafların şeytanın teşvikiyle ortaya çıkması olabilir, çağrışım kanunu dediğimiz nedenler olabilir. Mesela, bilgisayarda Kur’ân okurken veya dini bir sitede gezerken, birden ekranda açılan müstehcen sayfalar vardır. Virüslerden, zararlı yazılımlardan dolayı sen kapattığın halde tekrar gelebilir. İşte bunlardan nasıl mesul değilsen namazda istem dışı aklına gelen şeylerden de mesul değilsin. Bu düşünceleri küfür veya günah addedip abartmak, kovmaya çalışmak vesveseyi azaltmaz çoğaltır. Bu tür vesveselerin de en tesirli ilacı; önce herkese geldiğini, bu konuda yalnız olmadığını bilmektir. Evet, herkese gelir ama kimi insan abartır sorun eder, kimisi de aldırmamayı başarır rahat eder. Sonra bu vesveseler ne kadar çirkin veya müstehcen şeyler de olsa kendini günahkâr ve sorumlu hissetmemektir. Bir konuda yükümlü veya suçlu olmak için irade ve şuur esastır. Hâlbuki vesveseler kimseden izin almazlar. Böyle düşünülür ve devam edilirse kısa sürede geçtiği görülecektir. Sonuç Peygamber Efendimiz sav, ashabıyla otururken Peygamber Efendimiz’i dinlemeye, Arapça bildikleri için Yahudiler de gelirlerdi. Ashab-ı Kiram’dan biri, “Ya Resulallah! İçime çok vesvese geliyor. Bunun bir ilacı var mı?” dedi. Yahudi hemen atıldı, “Bizim dinimizde hiç vesvese yok. Sen gel, bizim dinimize gir!” Peygamber Efendimiz, “Ya Ali, buna sen cevap ver!” buyurdu. Hazreti Ali “Ya Resulallah! Boş eve hırsız girmez.” diyerek kestirmeden en hikmetli cevabı verdi. Evet şeytan, iman hırsızıdır. Hırsızlar boş evleri değil hazine olan evleri soymak için çalışırlar. Şeytan da imansız kalplere değil, iman dolu kalplere vesvese ve şüphe oklarıyla saldırır. Bu örnekleri anlamak şeytanın hile ve oyunlarını boşa çıkarmak anlamında önemlidir. Neticede kalpte iman olduğu halde akla ve kalbe gelen şüphe ve vesveseler Efendimiz’in de sav buyurduğu gibi imanın ta kendisidir. Ayrıca Müslümanların küfür düşünce ve sorularından korkması da yersizdir. Ben yine yukarıda olduğu gibi Allah’ın izniyle iddia ediyorum, aklınıza gelen bütün soruları sorabilirsiniz, hepsinin cevapları bende hazırdır. Çevremde olan sizler şahitsiniz ki ben çok akılcı bir insanım. Yerine göre de imancıyım ama benim akılcılığım çok baskındır. Bir düşünce ve bilginin akla, mantığa, epistemolojik kriterlere uygunluğuna çok önem veririm. Asla negatif anlamda dogmatik bir insan değilimdir. İşte bu akılcı yapımla şimdiye kadar geçmişte yaşanmış ne kadar küfür çeşidi varsa hepsini araştırıp bu fikirleri çürüttüm, gelecekte olabilmesi mümkün küfür çeşitlerini de özellikle kendim ürettim, onları da çürüttüm. Ümmet-i Muhammed’e şefkat ve merhametimden, onların iyiliği ve iman selameti için bu meselelere yıllarımı verdim. Eski arkadaşlarınız bu çalışmalarıma şahittir. Şimdi bir Müslüman’ın bu sorulardan korkmasına ve onlarla boğuşmasına gerek yok. “Şenel İlhan Beyefendi ispat etmiştir.” diyerek rahatça imanın keyfini çıkarın… Allah’ın izniyle kendime bu konuda öyle güveniyorum ki bir stadyum dolusu kâfiri, ateistti hatta şeytanı bu bilgilerimle çok kısa sürede iman ettiririm; yeter ki inadî küfrün içinde olmasınlar.

allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez ayeti